19 Mayıs 2014 Pazartesi

BİLİMSELLİĞİN SINIRI VE EVRİM TEORİSİ

BİLİMSELLİĞİN SINIRI VE EVRİM TEORİSİ;

Darwinizme göre canlılar bir türden başka bir türe dönüşebilir, tüm canlılar aynı ortak atadan gelmektedir. Bunun aksine ürlerin tamamen sabit olup hiç değişmedikleri fikri özellikle Linnaeus ve takipçileri tarafından savunulmuştur. Yeni bir cinsin oluşumuna dair bir gözlemin olmadığını söyleyenlere karşın darwinizm şöyle karşılık verir ; evrimin uzun bir süreçte gerçekleştiği için gözlenemeyeceğini söyler. Yani bu teori gözlemsel destekten yoksundur. Gözlemlenememesi kesinlikle yanlış olduğu anlamına gelmez. Örneğin; “Andromeda galaksisinde zürafalar yaşamaktadır” diye bir önerme kurarsak bu önermeyi de kimse yanlışlayamaz, oysa bu önermenin ‘gözlemlenebilme’ kriteriyle desteklenmesi için yanlışlanamaz olması yetmez, bu önermeyi destekleyecek gözlemlere ihtiyacımız vardır. Ancak gözlemleyemediğimiz için kesinlikle yanlış bilgidir diyemeyiz. Bir çıkmaz sokaktan başlayan evrim teorisi aynı yaratıcının paradoksuna benzer. Ancak yapılan deneylere göre kalıtım, adaptasyon ve doğal seçilim Dünyada gerçekleşmektedir. Darwin, teorisini doğrulayacak olguları gözlemleyip tümevarıma ulaşamadığı için, bunun yerine tür içindeki değişimlerle, türden türe değişimler arasında analoji (benzerlik) kurmuştur. Örneğin hayvan yetiştiricilerini gözlerken, yetiştiricilerin damızlıkları seçme suretiyle çiftleşmeleri sağlamalarıyla, türün daha verimli hayvanlarının elde edilebileceğini tespit etti. Bu evrimi tamamen gözlemlemek olmasa da sonuç yine olgularımıza kalmaktadır. Dağlar,denizler,güneş, yıldızlar, canlılar ve nihayaet insanın 6 günde yaratılması ya da "ol deyince olması" bilimsel verilerin ışığında gerçek olamaz. evrim teorisinin yaradılışa yönelik bu itirazı, hem geçmişte hem de günümüzde kimileri tarafından dinlere yapılan bir saldırıı gibi algılanmş ve algılanmaktadır. oysa, evrim teorisinin gerçek olduğuna yeni deliller bulan bilim adamları bu çabalarını "dur şu dincilerin hakkından geleyim" niyeti ile sürdürmüyorlar. ayrıca bilimsel araştırmalar ile dini inançlar iki ayrı adres, iki ayrı yöntemdir. dinler değişmezlik, duraganlık üzerinde yapılanır. bilimler ise değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu savını kabul eder ve değişimi açıklamaya çalışır. kabul etmek gerekir ki, eğer bilimler 7. yüzyıl arab dünyasının gerçeklerini mutlak gerçek kabul etseler ve "orada herşey yazıyor araştırmaya ne gerek var" deselerdi, bugün insnoğlunun yakaladığı teknolojiye asla ulaşamazdık. özellikle arap dünyasının batıya göre bilim ve teknoloji dalında geri kalmasında "araştırmaya ne gerek var?" anlayışının payı olduğu ortadadır. buradan hareketle, bilime katkıda bulunmak dini inançlarla çelişmez çünkü inançların kendilerini kanıtlamak gibi bir ihtiyaçları yoktur. O halde bilimsel gerçeklerin sonuçlarına ve evrime saldırmak, engizisyoncu kiliselerin galileo'ya, dünyanın güneş etrafında döndüğünü kanıtlaması nedeniyle saldırmasından farklı değildir. ayrıca "ben maymundan gelemem kardeşim" şeklinde konuyu gurur meselesine indirgemenin de bir anlamı yoktur. birincisi, evrim teorisi maymundan geldiğimizi söylemez. tür olarak maymuna akraba olan bir canlının evrimleşmesinden geldiğimizi söyler. ikincisi, maymundan gelsek yine iyi. biraz geriye gidersek(300 milyon yıl gibi) karafatma gibi böceklerden, solucanlardan, en geride ise tek hücreli bir canlıdan geliyoruz. umarım maymun olayını gurur meselesi yapanlar için bu yazdıklarım bir teselli etkisi yaratmıştır. Konunun kıssasına gelecek olursak; bilimin sınırı yoktur, sürekli değişebilir ve araştırdığı da sadece değişimin ve gerçeğin kendisidir.

 

16 Nisan 2014 Çarşamba

Bendeki Ben

İnsaniyet o kadar ince bir çizgide ki; onu biraz aştığınızda egonun kendisi olurken, biraz işe yaramaz duygusuna kapıldığınızda intiharın eşiğinde buluyorsunuz kendinizi. Ya bütün bu yaşamın anahtarı milyarlarca insanın yaşadığı o hayat değilse ? Belki de insanlığımızın egosu bize tanrıları yaratmamıza sebep olmuştur. Asıl mesele biz değilsek ? Ne türlü olursa olsun insanların yaşadığı yeri sahiplenmeleri ve birbirleriyle kıyasıya yarışta olmaları, birbirlerini yaşam tarzı farklı diye ayırmaları; hatta bu ayrımları yaparken çocukları bir silah olarak kullanmaları onların kurduğu düzenden nefret etmemi sağlıyor. Milyonlarca insanın yaşadığı ve önemli kıldığı bu düzenden nefret etmek, nefret ederken de o düzende yaşamak zorunda olmak bu daha da düzene karşı nefretimi körüklüyor. Koca insanlığın dünyasında kendime satır aralarında yer buldum. Bu yeri bulduğum için şanslı sayılırım. Çünkü insanlar o kadar acımasız ki... Kendi düşüncesi dışında olan düşünceleri sertçe reddediyor hatta bu düşünceleri öne sunan insanların canlarını yakıyor. En değerli varlıklarını acıtıyor... İşte bu yüzden şanslı sayıyorum kendimi. Bir ben yaratmalıyım kendimden; her şeyiyle bana benzemeli. Çünkü bilinen ben gerçek ben değil. Gerçek bende çıkar var, fayda var, yanlışlar, yanlışlıklar var. O düzeni bir silah gibi kullanmakta ısrar ediyor. Düzene istemese de ayak uyduruyor. Ve bu gerçek bana zarar veriyor.

31 Ocak 2014 Cuma

Yokluk

İnsanların (belki) en büyük zaafı sahiplenme duygusudur. Bu sahiplenme duygusunu bir insan içinde yaşayabilir eşya içinde yaşayabilir. Hepimizde vardır. Belki de hayatımızdaki en karanlık günlerin sebebi budur. Oysa alışmalı insan. Bugün var olan yarın olmayabilir, ona dokunamayabilirsin yada hayatın boyunca senle olmayabilir... Aşk, sevgi, akraba, değer verdiğimiz tüm insanlar, sahiplendiklerimiz, kol kanat gerdiklerimiz, göğsüne sinip iç çekdiklerimiz hayatımız boyunca yanımızda olmayacaklar ! Ama anlamaz insanoğlu, sever sahip çıkar sevdiğine. Onu soğutacak daha başka sebepler ister kabullenmez ayrılığı acı çekmek ister. Acıyı sever, geçen zamanı umursamadan acıyla boğuşarak geçirir vakitlerini. Günler geçtikçe "yokluk"  a götürür insanı. Yokluk insanoğlunun tadamadığıdır, hayalini kuramadığıdır. Nedense yokluk denince akla siyah renk gelir. Oysa katran karası rengin bile olmamasıdır yokluk dediğimiz. Yokluk kelimesine nerden bakarsak ordan vuruyor. Bazen yokluk bazı şeylerin varlığını anlayabilmemizi sağlar. Bu da bize acı verir. Acılara bezenmiş hayatımızda ufak bir sevgi belirtisini bile Dostoyevski gibi: " Biz sevgiyi acıya boğarak severiz.''  şeklinde yaşar olduk. Ne yaparsak yapalım varacağımız yer yokluksa ve illa bir anlamı olmak zorundaysa o anlam; yaşamın dayanılmaz acısıdır diyerek durumu özetlemek gerekir. Varlığın tek kıymetidir yokluk. Bu yüzden ki asıl değer olan yokluktur. Ve bazılarımızın tatmak isteyipte tadına varamadığıdır ! Sözü Nietzsche ile bitirecek olursak ; "Yokluk büyük varlıktır azizim, yeter ki fark edebilesin." 

Yokluğu Fark Etmek ve Tadabilmek Dileğiyle... 

26 Ocak 2014 Pazar

Ne Yapıp Ne Etmeli ?

 
     Bu sıkılgan tavırlarla başımız belada. Karanlığın çoğaldığı, kötülüklerin baskın olduğu, iyiliğin can çekiştiği belki hala bir yerlerde vardır o aradığımız ışık saçan iyilik, insanların acımasız olduğu dönemde sesimi duyabilene sesleniyorum. Sizlerden çok şey bekleyemem. Beni anlamanızı, yazdıklarımı beğenmenizi, hatta okumanızı bile bekleyemem. Sonuçta dünyaya gelmiş milyarlarca insan fikirlerinden sadece biriyim.
      
     Aklımı başıma devşirdiğim günden beri karanlıklarda yönümü bulmaya çalışıyorum. Her gün bataklıkta battığımı düşünüyorum.  Öyle ki; yaşama savaşı verdiğim bunalımlı günlerin ardından direndiğimi hissettim. Hala nefes alıyorken umut olduğunu düşündüm. Çünkü öyle olmalıydı madem karanlıkla aynı renge bürünemiyordum, karanlığın içinde fark edilmeliydim. Bunun için çabaladım, çabalamaya karar verdim. Bana destek olabilecek insan yoktu yada henüz ben karşılaşmamıştım. Ve gün be gün beni bitirmeye başlayanda bu oldu. Her insan akıl almaz bir biçimde düzene bağlı yaşıyordu. Boyalı gözlerle etrafa bakıyorlardı. Belki de benim gözüm karaya boyanmıştı. Bunu bilemeyiz öyle değil mi? Öyle değil işte oğlum; hiçte öyle değil. İnsanlar birinin ölümünü kutluyordu. Böyle gerçek olamazdı, olmamalıydı. Düzen insanı bu derece zalim yapamazdı. Ama yaptı. Ne afrikası kendi mahallesinde açlıktan ölen insanlara göz yumar olmuştu insanlar. Ayaz Bebekte işte böyle bir lanet bir Dünya'da gazetelerin üçüncü sayfasına gömülüp gitti. Ayaz bebekte Kübra ablasıyla aynı kaderi paylaştı. Bizim halkımız için tek farkları biri açlıktan biri zatürre sebebiyle ölmesi idi. Şimdi nasıl bir karanlıktayız anlayabiliyor musunuz ? Anlasanız ne olacak ki ! Kimse yaşadığı o düzenli ve boş hayatından vazgeçip kötülüğe sırtını dönmeyecek. 


    Kübra Kardeşim : http://www.milliyet.com.tr/2-5-aylik-bebek-acliktan-oldu/turkiye/sondakika/18.01.2011/1340841/default.htm
     Ayaz Bebek: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25435786.asp

14 Ocak 2014 Salı

Hayaller Üzerine

Hayaller Üzerine

   Hayallerin boşluğunu ve getirilerini hepimiz tahmin edebiliriz. Korkusuz insanlar gibi görülürüz, hayatın boş olduğunun üstüne basa basa birer yiğit görüntüsünün arkasına sığınırız. Aslında ölüm ile karşılaşınca korkaklığımız yüzeye çıkar yağ gibi. Herkesin korkaklığıdır. Bizim ortak acizliğimizden sadece biridir. Hayata son bakışı atacağımız günü düşünmeden yaşarız. Hepimiz o ana kadar hayallerimizin peşinde koşarız. Elimizden gelenin bazen en iyisini yaparız bazen de o her şeyimiz olan hayallerimize ara veririz. Belki bir mola durağıdır bizim için orası. Bazılarımız her gün bir ara veririz bazılarımız ayda yılda bir, bazılarımız ise hayatımızın sınırlı olduğunu bilir ve tüm hayallerini hayata geçirebilmek için duraksamadan, mola vermeden çalışır. Ancak binlerce yılın kurulmuş düzenin getirilerinden olan hayatı tekdüzelikten çıkaramamak yüzünden insanlar belirli standartlar dışına çıkamamış bulunmaktadır. Bu tür sebeplerden dolayı insan yaşadığı yerle ilgili çok nankörleşmiştir.
   Dünya’ dan beklentilerimiz hep klişeleşmiş sözlerde kalmıştır. Dünya barışı, sevgi, doğayla iç içe yaşama arzusu gibi isteklerimiz hep sözde kalmıştır. Bir sinema salonunda otururken, kafede otururken insanlara baktığımda o kişilerin bu kadar zalim olduğuna inanasım hiç gelmiyor. Bunlar mı diyorum vergi kaçıranlar, yere tükürenler, ağaç kesenler, tecavüzcüler, esrardan ölenler, başkalarının hayatına zulmedenler. İnsanlar amaçlarının bu kadar dışına çıkmış olamaz, yaşadığı yerle ilgili bu kadar nankörleşmiş olamaz diyorum. Her şey birer oyun gibi geliyor bazen. Anlam veremiyorum. Belki ayrıcalıklı olduğum on yılları ben hödükçe kullanıyorumdur, inanırım. Ancak zarar verdiğim kimse göremiyorum. İnsanları damgalayanları görüyorum. Yaşama haklarını dinine, ırkına, geldiği sülaleye bağlayanları görüyorum. Örf’ ün Adet’ in her zaman doğruyu söylemediğini görüyorum. İyi olmanın insanla ilgili bir şey olduğunu kabul etmez hale getirilmiş insanlar. Dini kriterler insanın karakterlerinden önce gelir olmuş hayatta. Düşünmeye bile kötü bir şey gibi hisseder olmuşuz. Şaşkınlık ve hüzünle anlıyorum vardığımız noktayı. Ve utanıyorum. Utanıyorum hayalleri saptıranlardan, utanıyorum insanları ayıranlardan, utanıyorum kör olanlardan, utanıyorum düzeni bu hale getirenlerden utanıyorum bu düzenin değişebileceğine inanıpta susan insanlardan… Ama yine de kızamıyorum. Çünkü insanların hatalarını irdeleyip yüzüne vurmak bana düşmedi. İtilip kakılsakta, sevilmesekte, uzaklaştırılsakta, itelensekte sesimizi duyuracağız.
   İyi birer insan olmak için dininize, örfünüze, geleneğinize ihtiyacınız yok. Hiç kimseye hiçbir şeye ihtiyacınız yok. İyi birer insan olmak için…

Önemsiz Bir Kişinin Önemsiz Dünya Görüşü


 İnançlar tarafından tarumar olmuş bertaraf edilmiş neye inanacağını karıştırmış bir insanlık duruyor Dünya’da.Bir çok insan şaşkınlıkla kendilerine ailesi tarafından öğretilmiş bir dinin peşinde sürükleniyorlar.Burada dinleri karşılaştırıp doğru yanlışı bulmaya çalışmayacağız.İşimiz dinlerle de değil işimiz insan ile.Özümüzde iyi olan bizler miyiz yoksa görüntülerimiz mi ? İyi gözükmeye çalışan biz miyiz yoksa görüntülerimiz mi ? Görüntülerimiz. Nasıl olmak istiyorsak görüntüde onu veriyoruz arkasından gerçek biz ile tanıştırıyoruz  karşımızdakini. O da içimizde.Kişilere bakarak ne olduğumuzun farkına varıyoruz.Onlarda inandığımız ve söylemiş olduğumuz yalanlar, doğrular, duygular, hissiyatlar, fikirler, ideolojiler kısacası size dair her şey var. Tanıyıp ilişkide olduğumuz insanlarda biz varız başkası değil. Klişeleşmiş kelimelerle hayatı anlamsızlaştırıyoruz veya hayata anlam katamıyoruz gibi kelimelerin arkasına sığınıp yayınları bilinen doğrular, kabulü çok olan tarafın fikirlerin altında ezip bitirmek yok…
    Zaman öyle de böyle de geçiyor, bitiyor. Zamanın tükenir olduğunun farkına varmamızı sağlayan şey neydi, nasıl oldu da bu zamanlara kadar fark edilmeyeni fark ettik. Daha doğrusu fark ettiğimiz ama unuttuğumuz şeyleri nasıl gündeme getirdik. Ölenler hayatta bir çok cevap aranılan sorunun cevabıdır aslında. Onlara bakmakla bulamayacağımız şeyler ancak yine de bizim bilmediğimiz şeyleri biliyorlar. Belki de onlarda olan cesaret yoktur bizde.  O yüzden buradayızdır. Ne olursa olsun ki en tatmin edici cevabı herkes dahil ben de ölünce alacağız. Ölümü düşünerek yaşanılmaz, ancak düşünmeden de yaşanılmaz. Bu derece çelişkili, ters, şahibeli durumdur yaşamak dostlar. Yaşarken ne  için yaşadığımızın farkına varmamak kadar kötü ne olabilir dünyada ?  Korkusuz kahraman değiliz hiçbirimiz. Korkarız ölümden, can yakan acıları yaşamaktan.  Korkuyu daha basite indirgeyip daha küçük şeylerden de korktuğumuzu söyleyebiliriz. Bazen bir küçük örümcekten bile korkarız. Çünkü bizler birer insanız. Belki bundan inanırız sonsuz yaşamın var olduğuna. Zerremizin bile olmadığını düşünmek korkutur bizi. İzimiz devam etmelidir dışımızda bir yerde. Ve bu düşünceler ve korkular içinde inanırız. İnanmayan insanlarda vardır bunlara rağmen. Bütün bildiklerine  rağmen göğüs germiştir hayata. Yaşamına anlam katmaya çabalar, bilgi açı insandır, ne kadar bilgim olursa, ne kadar öğrenirsem o kadar iyi der. Kimisi bu zamanlarda kızlar böylelerini çok fiyakalı buluyor. Toplumda yerim farklı olsun, diye bu yolları tercih eder. Rastlantı sonucu bulup girdiğim sosyal medya sitelerinde bu konular üzerine çok tartışılır. Sonucu bir yere varmayan uzun yazılar, uzun savaşlar verilir, uyku saati gelince bırakıp ertesi gün kalınan yerden devam edilirdi. Dini olan kesim “yanacaksınız” diye imana davet eder, dini inancı olmayan kesim ise “siz kendinizi kandırın o yalanlarla, varsa ben yanarım” diyerek cevap verirdi. Küfürler yapıştırılır, kullanıcı adlarına göre damga yapıştırılırdı. Ateist, yobaz, dinsiz, kafir vs. Saygının tersten nirvana yaptığı zamanları yaşıyorduk demek ki. Kimse kimseye olan saygısını belli etmiyor, saygı için çırpınanlar ise küfür ve damgayı yiyip dışlanıyordu bu zamanlarda…Böyle zamanlarda savunduğum tek görüş;  "Kişi kendi fikirlerini geliştirmeye bakmalı. Herkesten bir şey öğrenmeye çalışmalı, kimseyi aşağılamamalı. Her kişiden bir şeyler öğrenmeye çalışmalı." idi.